2 Şubat 2017 Perşembe

HAYAT AĞACI

Bir ormanda olduğunu düşle. Aylardan Şubat olsun. Güneş tepede tüm parlaklığı ve ihtişamı ile duruyor, gökyüzü bulutsuz ve net. Hava oldukça serin ama bir o kadar da temiz. Her nefes alışında, ciğerlerin bu temiz havayla doldukça içini hiç olmadığı bir tazelik kaplıyor. Yavaş yavaş geriniyor ve gevşiyorsun. Uzun süredir sabit kalmışlığının kaslarında yarattığı etki, güneşi gören kar gibi yavaş yavaş kayboluyor.

Kafan bomboş şimdi. Yaprakları dökülmüş ağaçların altında usul usul yürüyorsun. Güneş, çıplak dalların arasında küçük dokunuşlar yapıyor, yüzüne, gözüne, ellerine... Hoşuna gidiyor bu nezaket. Kafanı kaldırıp gökyüzüne gözlerini kırpıştırarak selam veriyorsun, gülümseyerek...

Ayaklarının altında toprak, yer yer çamur yer yer kuru halde, kuru dallar ve tam çürümemiş kahverengi yapraklar... Ayaklarının altındaki bu hakim kahverengiliğe inat, yemyeşil narin dallarını uzatmış minik hayatlar olduğunu da fark ediyorsun. Eğilip yakından bakmak istiyorsun. Burnun taze yeşile değene kadar yaklaşıyorsun. Bu canlılığa hayret edip, ona da bir "merhaba" diyorsun, gülümseyerek...

Doğruluyorsun yeniden ve etrafına dikkatlice bakarak devam ediyorsun yürümeye. Aklın yerdeki tazecik yeşil hayatlarda. Tüm kuru kahverengilerin arasında, nasıl bir cesaretle başkaldırdıklarını, soruyorsun kendine. İçine koca bir cesaret doluyor birden, şaşırıyorsun. Adımlarını daha emin atıyorsun, omuzların daha dik, gülümsemen daha içten şimdi...

Açık bir alana varıyorsun şimdi. Tam karşında kocaman bir ağaç, kışa inat yemyeşil dalları. Şimdiye kadar gördüğün tüm ağaçlardan çok farklı; hem çok tanıdık hem çok yabancı aslında.. Kim bilir kaç yolculuk geçirdin bu ormanda ama bu ağaca ilk kez rastlıyorsun. Yolun mu farklıydı bugün yoksa sen mi değişmiştin, karar veremiyorsun ama ağacın büyüklüğüne baktıkça, belki de bu ormandaki en yaşlı ağaçtır diyorsun kendine... Ama en canlısı, en yeşili, en büyüğü, en göz alıcısı, en gösterişlisi, bekli de en korkutucusu...

Yavaş yavaş ona yaklaşıyorsun. Giderek daha da büyüyor ağaç. Dalları hafif rüzgarla dans ediyor ve sanki sana bir şeyler söylüyor...

"Beni gör!" mü diyor, diye geçiriyorsun içinden. Ama zaten kocamansın, görmemek mümkün değil ki, diye düşünüyorsun. Adımların hızlanıyor. İçindeki merak giderek artıyor. Her adımda aklındaki sorular çoğalıyor; bu ne ağacı, nasıl bu kadar canlı, ben neden şimdiye kadar fark etmedim, bana bir şey mi anlatmaya çalışıyor?...

Biraz önceki cesaretinin üzerine, minik gri korku bulutları geliyor gibi. Şimdi tam ağacın altında, gövdesinin hemen yanı başındasın. Elini yavaşça kaldırıp, parmaklarınla usulca gövdesine dokunuyorsun, gerçekliğini kontrol etmek istercesine. Kafanı kaldırıp göğe ulaşan uçsuz bucaksız dallarına bakıyorsun. Rüzgarla ahenkle dans eden dalları, birden sana dokunuyor. O anda bir irkilme ile sarsılıyorsun.

-Korkma, diyor..
-Beni gör sadece...

Sana dokunan dalları, iyice sarıyor seni. "Ben bir hayat ağacıyım, içinden ne geçerse gerçek yaparım." diye fısıldıyor, kulağına..

Korkudan iyice titremeye başlıyorsun. İçinden "Hadi biraz cesaret, bu kadar korkacak ne var?" diye geçirir geçirmez müthiş bir cesaret doluveriyor ruhuna. Şaşırıyorsun ama çok da hoşuna gidiyor.

"Çok da üşüdüm aslında. Şöyle sıcak bişeyler olsa..." hayalı kurarken en sevdiğin kıvamda hafif sütlü, taptaze kokusuyla sıcak bir fincan kahve beliriyor parmaklarının arasında. Bir yudum alıyorsun ve tüm damarlarına kanın yeniden hücum ettiğini hissediyorsun.

Şaşkınlık hiç bırakmıyor seni tabi. Aklından geçenlere de hükmedemiyorsun bir türlü. "Acaba bu koca ağaçta bir yılan var mıdır?" diye düşünecek oluyorsun ki, - Tıssssss, diye bir ses geliyor kafanın arkasından sol kulağına ve biraz önceki cesaret bir anda yerini korkuya bırakıyor.

Düşüncelerinin seni bu şekilde yönetmesine ve sürekli gel-gitler yaşatmasına artık bir dur demen gerektiğini anlıyorsun o an. Çünkü burada, bu hayat ağacının dalları arasında aklından ne geçiyorsa o oluveriyordu işte...

Kahvendeki son yudumu da içip, bir süreliğine gözlerini kapatıyorsun. Bir anda bir sakinlik sarıyor ruhunu ve bedenini. Kendinden eminsin, ne istediğini biliyorsun çünkü. Aklın, ruhun ve kalbin eşit artık. Hepsinin söz hakkı var içinde artık.

Gözlerini aralayıp etrafına baktığında ne yılanı, ne elindeki fincanı ne de seni saran koca ağacı görebiliyorsun şimdi. Ormanın içinde küçük bir açıklık içindesin  ve etrafında aşina olduğun ağaçlar sadece. Artık Hayat Ağacını göremiyorsun ama varlığını hissedebiliyorsun içinde, en derininde. Ve sen iyi istersen iyi, kötü istersen kötü oluveriyor her şey...

"Aklıma hakim olmalı ve hep iyi düşünmeliyim." diye tekrarlıyorsun kendi kendine. İyi düşünmeyi bil, gerisini hayat hallediyor zaten.

"Arada bir kötü şeyler de olsa, bil ki daha büyük bir iyiliğin habercisidir bu. Sadece gör!"

Yıldız / 2.2.17

(Fotoğraf  CATHARINE MACBRIDE)

1 Şubat 2017 Çarşamba

ŞUBAT

Şubat ayı aşk ayıdır,
Sevmeyi ve aşkı hatırlatır bana;
Etrafımızda giderek artan kırmızı objeler, kalpler ve ışıklar...
Sevmeye ve sevilmeye en çok ihtiyacımız olan şu zamanda,
Önce kendimizi sevmekle başlayalım işe...
Bu ay her gün kendimizi şımartalım mesela;
Kendimize bir kahve ısmarlayıp, kendimizle sohbet ederek içelim.
Kendimize güzel bir kitap hediye edelim, bir şiir kitabı olabilir, mesela Cemal Süreya ve tüm şiirleri kendimize okuyalım.
Hava ne kadar soğuk da olsa, doğanın kucağında kısa yürüyüşler yapalım,
Temiz hava ile aklımızı da gönlümüzü de temizleyelim.
Kendimiz için kalplı, tarçın kokulu kurabiyeler pişirelim.
Yani ne yaparsak önce kendimiz için yapalım bu ay, sonra sevdiklerimize...
Kendimizi daha yakından tanıyalım, gerçekten neler istediğimize, bizi nelerin mutlu ettiğine bakalım.
Çünkü biz mutluysak, sevdiklerimizi de mutlu ederiz, çocuklarımızı da umutlu yetiştiririz.
"Yaratılanı severim, Yaratan'dan ötürü.." deriz ya. İşte o yaratılan ta kendimimiz, önce kendimizi sevelim ki, diğerlerini de gerçekten sevebiliriz.

Bol sevgi dolu, bol mutluluk dolu bir Şubat olması dileğiyle..

İyi Şubatlar..:)

Yıldız / 1.2.17






.